Belki kökeni daha eski, ama ortaya çıkışı 2000'lere dayanan bir akım kol geziyor ülkede. Bu akım önce zihinlerde başladı, sonra tribünlere yayıldı, yani sahaya "yansıdı", şimdiler de ise internet üzerinden yayılıyor. Yani çoğalıyor yeni biçimler ve mecralar kazanarak.
Bu akımın adı "ötekileştirme". Ya da rakiplerini ulusal vurguya atıfta bulunarak aşağılama çabası diyelim.
Temelde herkes köşesinden bucağından muzdarip bu ötekileştirmeden. Çünkü herkes kendini "ulusötesi" üzerinden değil, "ulus" üzerinden tarifle meşgul.
Bu nedenle sonradan içeriği değişen "Türk olmayan takımları yenmek" misyonu da diğerlerini ötekileştirmede kullanılan dolgu malzemesi olarak burada yer alır. Mütareke döneminde işgal altında bulundurulan İstanbul'daki yabancı askerî birliklerle yapılan futbol maçları üzerinden yaratılan "ulusal kurtuluş hareketinin İstanbul şubesi Fenerbahçe" imgelemi de (1). Beşiktaş da bu yarışa ilk Türk spor kulübü iddiasıyla katılır.
Bu söylemlerin tarihi gerçeklikle ne kadar uyumlu olduğu başka bir tartışma konusu. (Ve de başka yazı konusu elbette.) Bu yazıda, ilk bakışta naif ya da çocuksu görünen, ama ağızdan çıktıktan sonra inanılmaz tehlikeli hale gelen bir ötekileştirme kampanyası, "Mekteb-i Sultânî temelli Galatasaray düşmanlığı" ele alınacak.
Kampanyanın kaynağı
Bu kampanyanın kaynağı bizzat Mustafa Kemal'in kendisi. Ya da şöyle söyleyelim. Mekteb-i Sultânî üzerinden Galatasaray düşmanlığının kaynağı Mustafa Kemal'in 1920'nin ilk günlerinde Ankara'da yaptığı bir konuşmaya dayandırılıyor. Mustafa Kemal, Nutuk'un "Vesikalar / Belgeler" bölümünde yer alan bu konuşmasında Mondros Mütarekesi'nden sonraki gelişmeleri özetler, Batı dünyasının Türkler'i hâkir gören yaklaşımını acımasızca eleştirir. O konuşmanın internet âleminde çok revaç bulan o meşhur bölümünü bugünün Türkçesi'yle buraya aynen alalım:
"Yineliyorum; bize karşı ileri sürülen düşünceler yanlıştır. Bu gerçek, tarihçe ve mantıkça tanıtlanmıştır. Bu konuyu yalnız Batıya değil, dahası yurttaşlarımıza da önemli biçimde anımsatmak gereği duyuyorum. Çünkü seyrek olmakla birlikte üzülerek işitiyoruz ki ulusun tarihini okumamış ya da ulusal duygudan yoksun kalmış olması gereken kimi kişiler, yabancıların bize karşı ileri sürdükleri suçlamaları geri çevirmedikten başka yurtlarını, uluslarını suçlu göstermekten çekinmiyorlar. Bugün yine, sultanî mektebinin salonlarını bize karşı konferans verdirmek için yabancılara açık bulunduranlar var; bu gibilere lanet..." (2)
Tartışma eksenleri
Bu konunun iki temel ekseni var. İlk eksen tarihe ilişkin.
Tarihsel eksenin önemi, Mustafa Kemal'in belirttiği duruma ilişkin temel çerçevenin iyi bilinmesini gerektiriyor. Diğer bir deyişle Mustafa Kemal'in dediklerini anlamlandırmak için ne olup bittiğini bilmemiz çok önemli.
Mustafa Kemal'in konuşmasında bahsettiği Mekteb-i Sultânî'deki konferans, Damat Ferit'in Sadrazam (Başbakan), Ali Kemâl Bey'in de Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) olduğu kabinenin iktidarda olduğu zamana tarihlenmeli. Bu hesapla konferansın 4 Mart'la İzmir'in işgal edildiği 15 Mayıs 1919 arasında gerçekleştiğini tahmin ediyoruz.
Burada önemli olan bir nokta var; o da şu: Söz konusu konferans gerçekleştiğinde Mustafa Kemal henüz İstanbul'daydı. Mustafa Kemal toplantı hakkında bu kadar bilgi sahibi olmasını, basını da detaylı inceleyebildiği İstanbul'da bulunmasına borçlu olsa gerektir. (3)
Konferansta neler oldu?
Mekteb-i Sultânî'deki bu konferans, Dönemin Başbakanı Damat Ferit Paşa tarafından düzenlenmişti. Damat Ferit toplantıyı Mekteb-i Sultânî'de düzenlemekle İşgal Orduları Komutanı Franchet d'Espèrey'e bir nazire yapmak istiyordu muhtemelen. Devlet erkanıyla işgal kuvvetlerine mensup şahısların(kordiplomatik ve askerî zevat, yabancı şirket yöneticileri, vb.) katıldığı konferansın açılış konuşmasını bizzat Damat Ferit Paşa yapmıştı. Sadrazam'dan sonra dönemin Milli Eğitim Bakanı Ali Kemal Bey kürsüye gelmiş, ardından Borçlar İdaresi (Duyun-u Umumiye) müdürlerinden Ragıp Bey Fransızca bir konuşma yapmıştı. Mekteb-i Sultânî'den feyz alanlar arasında bulunan Refik Halit Karay, katılmış olduğu bu konferanstan aklında kalanları yıllar sonra tatlı ve edebi bir dille aktardı bize "Mütareke Dönemi Anıları"nda. (4)
Peki ne konuşuldu bu toplantıda? Refik Halit Karay'ın anılarından öğrendiğimize göre temelde İttihat Terakki döneminde gerçekleştirilen "tehcir ve taktil" (göçettirme ve katletme) politikaları eleştirilmişti bu konferansta. Konferansın temel gündeminin bu olduğunu, Mustafa Kemal'in, konuşmasında adını geçirmediği halde, "tehcir ve taktil"in bazı haklı nedenlere dayandırmasından da anlıyoruz.
Mustafa Kemal'in Ankara'da yaptığı ve Nutuk'un "Vesikalar / Belgeler" bölümünde yer alan konuşmasında bu konuyla ilgili kullandığı cümle aynen şöyledir: "Herhalde Türkiye'de zuhûra gelmiş (ortaya çıkmış) şayan-ı arzu olmayan bazı ahval (istenmeyen kimi durumlar) birçok esbap ve mazarete istinat etmektedir (birçok nedenlere ve özürlere dayanmaktadır.)" (5)
Mantıksal eksen
Konunun ikinci ekseni ise mantıksal çerçeve.
Burası, çok sorunlu bir bölge. Çünkü ciddi mantıksal hatalar yer alıyor bu eksende. Biraz daha açmak gerekirse, Mekteb-i Sultânî üzerinden yapılmaya çalışılan Galatasaray düşmanlığı temelde şu mantık zinciriyle kurulur:
1. Mekteb-i Sultânî, yani Galatasaray Lisesi bir Fransız okuludur.
2. Mekteb-i Sultânî bir Fransız okulu olduğu için Mütareke Dönemi'nde mektebin kapıları işgalcilere açılmıştır.
3. Nutuk'ta Mustafa Kemal de belirtir bunu.
4. Bundan dolayı "Mekteb-i Sultânî" vatan hainidir. (Maalesef 2000'lerin başlarında hem Şükrü Saraçoğlu, hem de İnönü'de böyle pankartlar açıldı.)
5. Galatasaray Lisesi bir Fransız okulu olduğu için mektep binasında Fransa bayrağı dalgalanır.
6. Galatasaray da Galatasaray Lisesi'nde kurulduğu için bir Fransız takımı ve kulübüdür.
7. Galatasaray kapılarını işgalcilere açarken Fenerbahçe ulusal mücadeleyi desteklemiştir.
8. Dolayısıyla Fenerbahçe Türkiye'nin takımıdır. Galatasaray ise ecnebilerin.
Fazla detaya girmeden birer birer bu zincirleme mantık hatalarının üzerinden gidelim.
Osmanlı modernleşmesi ve Mekteb-i Sultânî
1. Her ne kadar kuruluşunda Fransızlar önemli görevler de üstlenseler de Mekteb-i Sultani 1868'de, Sultan Abdülaziz Hân döneminde, bir Osmanlı kurumu olarak 15 Nisan 1868 tarihli Sadaret (Başbakanlık) tezkeresiyle kuruldu. (6)
Bu tezkere üzerine Mekteb-i Sultânî'nin açılışını ilan eden padişah iradesi, ardından da Mekteb-i Sultânî'nin nizamnâmesi, yani tüzüğü yayınlandı. Mektebin kuruluş amacının açıklandığı bu tüzüğün birinci maddesi aynen şöyleydi:
"İşbu Mekteb-i Sultânî memâlik-i devlet-i aliyyenin ihtiyacâtına muvafık suretde her sınıf teb'a-i saltanat-ı seniyye etfâlinin talim ve terbiyeleri içün Avrupanın derece-i sâniye mekteblerine tevfikan te'sis ve teşkil olunmuştur." (7)
Bugünün Türkçesi'ne çevirecek olursak tüzüğün birinci maddesi şöyle diyordu: "Mekteb-i Sultânî, Avrupa'daki ikinci derecede okullara (lise) benzer biçimde, her sınıfa mensup imparatorluk vatandaşlarının çocuklarını, devletin gereksinimlerine uygun biçimde eğitmek amacıyla kurulmuştur."
Görüldüğü gibi Mekteb-i Sultânî'yi kuran devlet, "memâlik-i devlet-i aliyye", yani Osmanlı'dır, Fransa değil.
2. Mekteb-i Sultânî bir Fransız okulu değil Osmanlı mektebi olduğu Fransızlar'a ve İngilizler'e karşı savaşılan Birinci Dünya Savaşı'nda da faaliyetlerini sürdürdü. Doğrudan Fransızlar'ın yönettiği St. Joseph, St. Michel ve benzeri okullar gibi Birinci Dünya Savaşı sırasında kapatılmadı.
Mekteb-i Sultânî hastane oluyor
Mekteb-i Sultânî, Birinci Dünya Savaşı'nda kapatılmadığı gibi, önemli bir görevi daha üstlendi: Çanakkale Savaşı nedeniyle İstanbul'daki bütün hastaneler yaralılarla dolunca, hastaneye dönüştürüldü. Mektepteki yatılı öğrenciler evlerine gönderilerek yatakları, Gülnihal Vapuru'nun taşıdığı Çanakkale gazilerine verildi. Mektebin damına da "düşman" uçakları tarafından bombalanmaması için hastane olduğunu belirten büyük bir "kızılay" sembolü çizildi. (8)
3. Mekteb-i Sultânî, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı'yla bunları izleyen Kurtuluş Savaşı'nda 40'tan fazla mensubunu kaybetti. Birinci Dünya Savaşı'nda gönüllü olarak orduya yazılan ve Kafkasya, Çanakkale, Filistin, Irak gibi cephelerde canını kaybeden Mekteb-i Sultânî öğrencisi veya mezunu sayısı 30'dan fazladır. (9)
4. Bir Osmanlı kurumu olarak Mekteb-i Sultânî kurulduğu ilk günden Cumhuriyet'in ilanına kadar Osmanlı Devleti tarafından yönetildi. Hiçbir zaman özerklik kazanmadı. Diğer bir deyişle Mekteb-i Sultânî müdürü, her dem Osmanlı devletinin bir memuru oldu, maaşını ve de emirlerini Osmanlı'dan aldı.
Ne anlama geliyor bu? Çok basit. Nasıl ki bir lise müdürü bugün Milli Eğitim Bakanlığı'ndan habersiz hiçbir şey yapamazsa, dönemin Mekteb-i Sultânî Müdürü de yönetimden habersiz hiçbir şey yapmadı. Yapamazdı da. Hele ki padişahlık döneminde. Dolayısıyla İşgal Kuvvetleri Komutanı Franchet d'Espèrey eğer Mekteb-i Sultânî'yi ziyaret ediyorsa, bunu, ziyaret Sadaret ve Saray tarafından onaylandığı için gerçekleşmiştir diye okumak gerektir.
Ayrıca şunu da belirtmekte fayda var. İşgal Kuvvetleri Komutanı'nın ziyareti, Mekteb-i Sultânî'nin değerinden hiçbir şey eksiltmez. Eğer burada kınanacak bir durum varsa, o da İstanbul'un, yani Osmanlı başkentinin işgal altında olmasıdır, Mekteb-i Sultani'ye yapılan ziyaret değil.
Hasan Tahsin'ı olmayan şehir
5. Mütareke döneminde tarihlerimiz İstanbul'da işgal kuvvetlerine karşı tek bir kurşun atıldığını yazmaz. Yani İzmir'deki gibi bir "Hasan Tahsin"i ya da Ayvalık'ta işgalci Yunanistan Ordusu'na direnen "172'nci Alayı" yoktur İstanbul'un. Tam tersine işgal ordularıyla sosyalleşen, onların onurlarına "çay partileri" veren yılışık Osmanlılar'ı vardır. Bu yılışık Osmanlılar Saray'dan Bâb-ı Âlî'ye, futbol sahalarından devlet kurumlarına kadar, her dem her yerdedirler. Dolayısıyla Franchet d'Espèrey'in Mekteb-i Sultânî ziyaretini bu bağlamda ve ortamda değerlendirmek gerekir.
6. Unutulmasın ki, Mekteb-i Sultânî, kurulduğu 1868 yılından Cumhuriyet'in ilanına kadar Osmanlı'nın kozmopolitizmini bünyesinde yaşamış ve yaşatmış nadir kurumlardan birisidir. Mektep, dönemin Osmanlı yurttaşı olan her ulustan çocuğun eğitim gördüğü bir ocak oldu her dem. Bu anlamda Mekteb-i Sultânî'nin, milletleröte, dinleröte, kültürleröte bir kurum olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Okulun bu karakteri nedeniyle Mekteb-i Sultânî'de, sadece Osmanlı ve Cumhuriyet döneminin yöneticileri değil, Karadağ'dan Arnavutluk'a, Bulgaristan'dan Suriye, İsrail ve Mısır'a kadar, bir zamanlar Osmanlı toprağı olan bütün ülkelerin yöneticileri yetişti. Bu karakter mektebin kültürel zenginliğine işaret eder, zayıflığına değil.
7. Galatasaray Spor Kulübü sivil bir girişim olarak Mekteb-i Sultânî mezun ve öğrencileri tarafından kuruldu. Bu iki kurum arasında İkinci Meşrutiyet sonrasında yarı organik bir ilişki oldu. Spor Kulübü adını Mektep'ten, Mektep de rengini Spor Kulübü'nden aldı.
Ancak bu yarı organik ilişki Galatasaray Spor Kulübü'nü Mekteb-i Sultânî üzerinden "ötekileştirme" hakkını kimseye vermez. Vermemeli de.
Ayrıca ortada "ötekileştirme"yi mâkul gösterecek hiçbir şey de yoktur.
Bu anlamda Galatasaray Spor Kulübü'nü eleştirmek isteyenler, bu cüretlerini, Mekteb-i Sultânî ya da Galatasaray Lisesi gibi bir arayüz ya da dolayım kullanmadan göstermeli.
Beşiktaş ve Fenerbahçe'deki mektepliler
8. Kaldı ki sadece Galatasaray Spor Kulübü'nün değil, diğer kulüplerin kuruluş ve büyüme dönemlerinde de Mekteb-i Sultânîliler'in ön planda olduğunun altını iki kere çizmek gerektir.
Mesela bugün Türkiye'nin en eski spor kulübü olarak kabul edilen Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün (Bereketiko Jimnastik Kulübü) bir numaralı kurucusunun Mekteb-i Sultânî 1894 mezunu Mehmet Şamil (Şhaplı) olması hiç şaşırtıcı değil. (10)
9. Sadece Beşiktaş'ta değil, Fenerbahçe'de de Mekteb-i Sultânî mensupları önemli görevler üstlendi. Örnek vermek gerekirse bugün Fenerbahçe Spor Kulübü'nün resmi sitesinde "başkan" olarak ilan edilen isimler arasında üç tane Mekteb-i Sultânî mensubu vardır. (11) Bunlar sırasıyla Ömer Faruk Efendi, Ali Naci Karacan ve Hasan Kâmil Sporel. (12) O Hasan Kâmil Sporel ki, Galatasaray'ın futbolcusuyken Fenerbahçe'nin kuruluşunde yer almış, hatta Fenerbahçe formasıyla Galatasaray'a karşı ilk gol atma onuruna da ulaşmış bir mekteplidir.
Hatta bir adım ileri giderek şunu diyelim. Türkiye'nin ilk futbol kulübü kabul edilen Black Stockings FC (Siyah Çoraplılar) kuruluşunda da Mekteb-i Sultânî mensupları vardı. Altınordu Kulübü'nün kuruluşunda da, Bakırköy İdman Yurdu'nun da. (13)
10. Yani görüldüğü gibi, haksız yere "vatan haini" saftasıyla töhmet altında bırakılan Mekteb-i Sultânî, sadece Galatasaray Spor Kulübü'nün değil, bir kısmı bugün de devam eden birçok spor kulübünün bir anlamda doğumhanesi oldu.
Atatürk ve Galatasaray
11. Mustafa Kemal'in Ankara'da yaptığı konuşmada zikrettiği bir cümle yüzünden Mekteb-i Sultânî üzerinden Galatasaray'ı küçültmeye çalışanların bilmesi gereken bazı şeyler daha var.
Mesela Galatasaray düşmanlığında kaynak kişi olarak gösterilmeye çalışılan Mustafa Kemal'in Cumhuriyet'in kuruluşuyla adı Galatasaray Lisesi'ne dönüşen Mekteb-i Sultânî'yi tam 3 kez ziyaret ettiği bilgisi. (Bu önemli, zira Mustafa Kemal, eğer bir saniye için bile Mekteb-i Sultânî'nin "vatan haini" yetiştiren bir kurum olduğunu düşünmüş olsaydı, bırakalım bu mektebi 3 kez ziyaret etmeyi, anında kapatırdı bu okulu.) (14)
Mustafa Kemal ilkini 2 Aralık 1930 tarihinde gerçekleştirdiği Galatasaray Lisesi ziyaretini izleyen günlerde bir fotoğrafını "Galata Saraya" diye yazarak da göndermişti.
12. Cumhuriyet'in kuruluşunda Mustafa Kemal'in yanında bulunan çalışma arkadaşlarının neredeyse sadece İsmet İnönü hariç hepsinin çocukları Galatasaray Lisesi'nde okumuştur. Mesela Kılıç Ali'nin, mesela Recep Peker'in, mesela Kazım Özalp'ın, mesela Salih Bozok'un, mesela Nuri Conker'in.
Çok nettir ki, Atatürk'ün en yakınında bulunan bu insanlar çocuklarını, Mustafa Kemal'in "vatan haini" diye nitelediği ve sevmediği bir okulda okutuyor olamazlardı.
Sonsöz
Burada da gösterilmeye çalışıldığı gibi Mustafa Kemal'i kaynak göstererek Galatasaray Lisesi ya da eski adıyla Mekteb-i Sultânî üzerinden Galatasaray'ı "ötekileştirmeye" gayret etmek, tarihsel bir dayanaktan yoksun.
Hatta bundan da öte, böyle bir gayrette bulunanların Mustafa Kemal'in ne dediğini bile anlamadıkları çok açık.
Bu nedenle de, "Galatasaray Lisesi eşittir Fransız okulu, bu da eşittir Galatasaray Türk değildir, bu da eşittir Galatasaray vatan hainidir" yollu akıl yürütme, hastalıklı bir zihne sahip olmayı gerektirir.
Böylesi bir zihne sahip olanlar için sözü Mustafa Kemal'e bırakalım: "Bu gibilere lanet."
Melih Şabanoğlu
(1) Bu konudaki daha kapsamlı bir değerlendirme için Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu'nın "Mükemmel Tarih Yaratma Tutkusu" başlıklı makalesine bakılabilir. Hanioğlu, M. Şükrü, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Zihniyet, Siyaset ve Tarih, s. 213, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2006
(2) Kemal, Gazi M., Nutuk-Söylev Vesikalar/Belgeler, Cilt III, s. 1731, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1999
(3) İnternet âleminde yapılan yayınlarda Mustafa Kemal'in İşgal Orduları Başkomutanı General Franchet Espèrey'in 26 Kasım 1918 yılında Mekteb-i Sultani'yi ziyaret etmesini mesele ettiği ileri sürülüyor. Bu, her anlamda desteksiz bir iddiadır, çünkü d'Espèrey'inki bir ziyarettir sadece, konferans değil. Oysaki Mustafa Kemal görüldüğü gibi konuşmasında bir konferanstan söz ediyor.
(4) Karay, Refik Halit, Minelbab İlelmihrab, s. 109-112, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, İstanbul, 1964
(5) Kemal, Gazi M., Nutuk-Söylev Vesikalar/Belgeler, Cilt III, s. 1728-1729, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1999
(6) Engin, Prof. Dr. Vahdettin, Mekteb-i Sultani, s. 28, Galatasaraylılar Derneği Yayını, İstanbul, 2003
(7) Şişman, Doç. Dr. Adnan, Galatasaray Mekteb-i Sultânîsî'nin Kuruluşu ve İlk Eğitim Yılları (1868-1871), s. 53, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1989
(8) Aray, Suat, Bir Galatasaraylının Hatıraları, s. 66, TCDD Basımevi, İzmir, 1959
(9) İçinde birkaç yanlış bulunsa da savaşlarda canını kaybeden Mekteb-i Sultânî mensuplarının tam listesi için şu çalışmaya bakılabilir: Ebüzziya, Ziyad - Kozikoğlu, Sahir, 1921-1933 Galatasaray Tarihçesi, s.22, Galatasaray Eğitim Vakfı Yayını, İstanbul
(10) Beşiktaş'ta başkanlık makamına gelen bir diğer Galatasaray Lisesi mensubu da 1954 mezunu Mehmet Üstünkaya'dır.
(11) Bakınız http://www.fenerbahce.org/kurumsal/detay.asp?ContentID=18 Fenerbahçe Spor Kulübü'nün resmi internet sitesindeki bu liste ciddi tarihî yanlışlar içeriyor. Bu yanlışları, isim, görev ve tarih olarak üç kategoride ele almak mümkün. Mesela Fenerbahçe Spor Kulübü 1918'den 1934'e kadar başkanı yoktur. Bu dönemde Fenerbahçe "Müessisan Heyeti" denilen Kurucular Kurulu ve genel sekreterler tarafından yönetildi.
(12) Fenerbahçe Spor Kulübü'nün resmi internet sitesinde "başkan" oldukları ileri sürülen bu Mekteb-i Sultânî mensuplarının hangi yıllarda okuduklarına dair bilgi için Tahsin Berküren ve Celaleddin Kişmir'in çalışmasına bakılabilir. Berküren, Tahsin - Kişmir, Celaleddin, Galatasaray Liseli Pilava Kaşık Atanlar, Cilt II, 2007
(13) Bu kulüplerin kuruluşuyla ilgili Galatasaray Spor Kulübü'nün bir numaralı kurucusunun halen Galatasaray Müzesi'nde yer alan kayıtları için Ziyad Ebüzziya ve Sahir Kozikoğlu'nun ortaklaşa kaleme aldığı "1921-1933 Galatasaray Tarihçesi"ne bakılabilir.
(14) Engin, Emel, Mekteb-i Sultani'den Galatasaray Lisesi'ne, s. 170, Giza Yayınları, İstanbul, 2008
Abi enfes bir yazi olmus. Ellerine saglik begenerek okudum. Keske bununla sinirli kalmasa ve gazetelerde bunu yayinlasa. Ayrica burda yaptigin arastirma'nin 10'da birini yapmiyor bizim medyamiz yoksa buna benzer bir yaziyi coktan okumus olmaliydik bile bu kadar desenformasyonun hakim oldugu bir ülkede.
YanıtlaSilSevgiler
Melih Abi Galatasaray'ın Birinci Dünya Savaşı'ndaki tutumunu açıkça görüyoruz özellikle şehitleriyle. Peki Kurtuluş Savaşı boyunca, Osmanlı Hükumeti'nin içinde bulunduğu çaresizlik ve vatan hainliği derecesine varırcasına kabullenişlik sırasında, bir Osmanlı kurumu olan Mekteb-i Sultani'nin ve nispeten daha bağımsız olan Galatasaray Spor Kulübü'nün tutumları nasıllardı?
YanıtlaSilSaygılar.
Guzel bir yazı detaylı anlatım için teşekkür ederim. Merak edilen bir kaç sorum var vatan hainliği ile ilgili. Mustafa Kemal samsuna çıktığında Samsun hangi ülkenin askerleri tarafından işgal edilmiş durumdaydı?
YanıtlaSilAnkara Mart 1919 ile Mart 1920 tarihleri arasında hangi ülke askerleri tarafından işgal edilmişti?
Ve son olarak kudüsteki Osmanlı şehitliğinin girişinde yazılan "burada bir gün icinde öldürülen 22000 Osmanlı askeri yatmaktadır " yazısına sebep olan olaylar silsilesi hakkında bir bilginiz var mı?
Böyle garip bir tonda yazdığım için kusura bakmayın lütfen. İncelediğim bazı belgeler üzerinden vardığımız ve kitaplastirmayi düşündüğümüz bir konu olduğu için danışmak istegimdir yazımın nedeni... Saygılarımla.
Melih Abi,
YanıtlaSilBen bu güzel ve epeyce emek harcanmış yazıya kendimce biraz katkı yapmak isterim. İki noktaya dikkat çekmeye çalışacağım:
Birincisi, Osmanlı Devleti'nin cemaat sistemi ile alakalı. Osmanlı kentleri cemaat sistemine göre oluşmuşlardı. Örneğin İstanbul'da, her cemaatin kendi mahallesi vardı. Her mahallenin de kendi ibadethanesi (cami, kilise, sinangog vd), kendi çeşmesi, kendi kadısı, kendi külliyesi ve tabi 'kendi mektebi' vardı. Yani müslüman çocuklar müslüman çocuklarla, misal Ermeni-katolik çocukları kendi aralarında veya Yahudi çocukları yine kendi aralarında kendi dini öğretilerine göre eğitim görürlerdi. Aslında Osmanlı'da devletin müslümanlarla, gayrimüslimlere koyduğu kurallar da birbirinden farklıdır. Hatta ilişkileri cemmatlere göre de farklılaşmıştır. Bu yüzden farklı dinlere farklı mseafelerde duran bir devlet sözkonusudur. Mekteb-i Sultani, Osmanlı'da ilk defa farklı din ve etnisiteden gelen çocukları birarada ve modern bilimsel bilgilere göre eğiten bir kurum olmuştur. Bilindiği gibi, 'laiklik' kavramının kökü, devletin tüm dini inanışlara eşit mesafede olmasında, bir bakıma dini inanışa karşı 'kör' (imtiyaz gözetmeme anlamında) olmasında yatar. Dolayısıyla Mekteb-i Sultani bu toprakların ilk laik kurumlarındandır. Bizim coğrafyamızın, Cumhuriyet'ten de eski bir modernleşme öncülüdür. Zaten bu yüzden olmalıdır ki Atatürk mektebi üç defa ziyaret etsin. Atatürk, iflah olmaz bir modernleşmecidir ve belki Mekteb-i Sultani'de o hayal ettiği modern toplumu görmüştür muhtemelen.
İkinci nokta olarak, bu gibi mitlerin (Galatasaray, Fransız takımıdır, vatan hainidir) yüksek sesle dile getirilmesinin, Galatasaray'ın Türkiye'de rakipsiz kaldığı, Avrupa'da kupa kazandığı, rakiplerine içten içe 'Galatasaray gerçekten tek büyük mü oluyor?' sorusunu korkuyla sordurttuğu döneme denk gelmesi de tesadüf gibi gelmiyor bana açıkçası.
Bu güzel ve bilgilendirici yazı için teşekkürler
Emrah
melih abi
YanıtlaSilmedyadaki pek çok kötü ve asılsız yorumu okuyarak üzülen bir galatasaylı olarak yazınızı okumaktan büyük bir zevk aldım...
saygılarımla...
kendini ulus ötesi tarifle meşgul bir liberalin elinden çıkan "galatasaray vatan haini değildi" yazısı son derece ironik olmuş.
YanıtlaSilHerşeyden önce Abdülaziz kimdi onu araştırmanızı öneririm. Daha sonra has ve has Osmanlı okuluydu diyebilirsiniz.
YanıtlaSilMelih bey yazınız oldukça açıklayıcı. Yazınızın daha iyi anlaşılması için, o günleri – yani mütareke günlerini-daha net görmek gerekecektir. O dönemde işgal kuvvetlerinin konuşlanabildiği taştan yapma bir çok bina işgal edilmiştir. Ben tıbbiye işgalini kısaca anlatarak, olayın daha iyi algılanmasını isterim.
YanıtlaSilI. Dünya savaşından sonra imzalanan Mondros mütarekesi ile Osmanlı Devleti ayrı bir döneme girdi; Mondros anlaşmasını ileri süren itilaf devletleri filosu 13 Kasım 1918 de İstanbul’u işgal etti.
13 Kasım 1918 sabahı okulun camlarından bakan Tıbbiyeliler, Sarayburnu önünde demirlemiş İtilaf Devletleri gemilerinin Selimiye Kışlası ve Tıbbiye'ye çevrilmiş toplarını görünce acıyla irkildiler. Bu gemiler işgalin habercisiydi.
21 Kasım 1918 Meclis-i Mebusan feshedildi.
Aralık 1918 da Tıbbiye binası da işgal edildi.
Haydarpaşa’daki tıp eğitimi, 4 sene sürecek İngiliz askerlerinin işgali altına yapıldı.
Tıbbiye İşgal Altında
“Binanın pek çok bölümünün boşaltılması emredildi. Derslerin etkilenmemesi için dershaneler bırakılmış diğer bölümler okulun ihtiyaçlarında kullanılmıştı.
Askeri Tıbbiyelilerin yatakhanelerine İngilizler yerleşti, öğrenciler çatı katındaki bölümlere yerleştirildiler.
Karyolalar alınmış öğrenciler yer şiltelerinde yatmışlardı. Tuvaletler gece İngiliz askerlerine ayrılmış, Tıbbiyelilerin gitmesi yasaklanmıştı. Öğrencilerin yatakhanelerine, idrar kovaları koymak zorunda kalınmıştı.”
Melih bey yukarıdaki pasaj bugün bile irkiltici.
Bu durumda tıbbiye veya lise müdürünün bir ordu karşısında ne yapması bekleniyor. Belirli ölçüde pasif direniş göstermişlerdir. (lakin üç gün sonra işgalcilerle maç yapmamışlardır)
Sait N
Harika bir yazı Galatasaray spor kulübüne gönül veren herkesin okuması gerekli !
YanıtlaSilTaraflı mektebi sultani tezlerine karşı acelece yazılmış 'taraflı' bir kurtarma yazısı olmuş.Yazıda karşı tarafın tezleri düzgün şekilde ifade edilmiş fakat bu tezleri çürütmek isterken neredeyse desteklemiş.Bu yazı hiç bir ciddi süreli tarih yayınında kendine yer bulamaz , hızlı bir şekilde editörlerce düzeltilmesi için geri yollanır.Böyle bir yazı (makale demek doğru değil)karşı tezlerin kabullenilip üzerine yazılmış bir yazı.Tabi yazarın böyle bir iddiada bulunmadığını da belitrmek gerek.
YanıtlaSilevet öyle olmuştu ama aslında şöyleydi demek karşı tezi kabul etmektir.Sizin duymak istemediğiniz tarihi hadiselere yalan demek sadece trajediyi ironiye dönüştüren sürecin içinde kalır.
o zamanı dönemin şartlarında değelendirmek gerekir diyip sonrasında milli eğitim bakanlığının emrindeki konferans salonu örneği yazıdaki onlarca ironiden sadece biri. Bir binanın işgal döneminde yada imparatorluğun en önemli savaşlarında hastane olması geçmişte yapılmış hatalarını değiştirmez.Ama affetirebilir.
Nutukta yazılanlar gayet açıktır.İşgal komutanının mektebi sultaniye ve idarecilerine karşı yaptığı konuşma açıktır.Asıl mesele mektebi sultaninin burada düzenlenen konferansa ne reaksiyon verdiğidir.Avam tabir ile yalakalık yapıp yapmadığıdır.Şehrin bir önceki fatihi gibi at sırtında şehre giren bir işgal komutanına sıradan bir istanbullunun ve idarecilerin verdiği reaksiyon tartışılmalıdır. kimse bir yöneticiden işgal kuvvetlerini taşlamasını, silah sıkmasını bekleyemez. Ama siyasi bir tavır alıp akıllı manevraları yapması elzemdir. Onca mektep konferans salonu varken neden mektebi sultani sorusunun cevabı o zamanki mektebi sultani idarecilerinin tavrında saklıdır.İşgal komutanının mektebi sultani idarecilerine ve liseye düzdüğü methiyeler ortadayken mektebi sultani sonradan hastane oldu demek tüm bu olanları kabul etmektir. Belki tartışılması gereken mektebin idari manifestosudur. Generalin onca okul içinden mektebi sultaniye methiye düzmesi mektebin ideolojik bakış açısıyla bağlantılıdır.
Son tahlilde mektebi sultani eski bir kurumdur. bu memleket için insan yetiştirmiştir.bir kısmı şehit olmuştur ,bir kısmı yazar olmuştur,bir kısmı sporcu olmuştur. Ama pek tabi geçmişte yaptığı hatalarda olmuştur.Galatasaray lisesinin günümüzde böyle bir işgal karşısında nasıl reaksiyon vereceği tartışılmalıdı.
Köklü bir kuruma vatan hainliği suçunu isnat etmek sadece avam fanatiklikdir. üzerinde durmaya bile gerek yoktur.Ama bu tartışılması gereken tarihsel olayların üzerini örtmez.Bu konuları tartışmak ne mektebi sultaniyi küçültür nede yüceltir.
açıkcası ben pek tatmin olmadım.mesela hastane olayında ittihatçiler var başta ancak işgal kuvvetleri komutanının ziyaretinde damat ferit hükümeti var.yani hastaneye çevrilmesi okulun milli mücadele taraftarlarının merkezi olduğu anlamı çıkarmaz.hastaneye dönüştürme olayı tahmini 5 yıl önceki mevzu.
YanıtlaSilbir diğer konu konferanslarda tehcir kanunun görüşüldüğü rivayeti var ki rivayet diyorsunuz ancak bu konferaslara atatürkün tepki vermesinin aslında tehcir kanunu taraftarı olduğu sonucuna vardırarak küçük çapta bir uyanıklık yapıyorsunuz.şunu da ekleyim burada aslında konferanslara bir güzelleme de var denebilir günümüz konjönktöründen yola çıkarsak doğal olarak ulu öndere de bir itham var.
yazınızın geneline bakarsak bir iki yer göze çarpıyor.istanbulun hasan tahsini yok ve işgaller sırasında mustafa kemal zaten istanbuldaydı derken mektepi sultaniyenin işgallere refleks göstermemesini destekleme çabası var yine.ancak mustafa kemal işgal altında da olsa basın yoluyla işgallere karşı olduğunu bunu kabul etmediğini zaten belirtmişti çıkardığı minber isimli gazeteyle bence burada da okuyucularınızı yanıltıyorsunuz.
yazınızla ilgili genel düşüncem ciddiye alınmış üzerinde çalışılmış ancak hiçbir şeye cevap verememişsiniz.aşağı da da bir yorumcu arkadaşımın dediği gibi destekler nitelikte de olmuş denebilir.