"Modernleşme akımına giren bütün geri kalmış memleketlerin bir diğer tepkisi kendi toplumlarının manevi değerlerini romantikleştirmek, onlara Batı'nın değerlerine oranla bir üstünlük tanımak ve memleketin daha önce prestiji yüksek olduğu devreler üzerinde durmak çabasıdır." (1)
Burada bizim için anahtar kavramlar; "geri kalmışlık", "romantizm" ve "prestiji yüksek devreler".
Esasında genelde ülkemizdeki tüm spor tarihini ve özelde kulüplerin tarihini yukarıdaki bu kilit kavramlar merceğinden okumak mümkün.
Mesela ülkeyi bir zamanların Mohaç Savaşı'na paralel sevinçlere boğan 1956'daki meşhur 3-1'lik Macaristan galibiyeti bu kapsama girer. (Oysaki sadece bir hazırlık maçıydı.) Ya da güreşçilerin bir zamanlarki ezici üstünlükleri. Esasında tarihte kalıcı bir birikim sağlamadıkları için tekil örnekler kategorisine giren bu olgular, azgelişmişliğin yarattığı romantizmle zedelidirler en temelde.
Galatasaray'ın kuruluşu, Aslan Nihat, "Baba" Gündüz Kılıç, Metin Oktay ve Gheorghe Hagi üzerinden devam eden kahramanları da içerdikleri yüksek dozajdaki romantizm açısından bu bahiste kabul edilebilir. Keza neredeyse bir devşirme olarak kabul ettiğimiz Jupp Derwall ve Karl Heinz Feldkamp efsaneleri de aynı romantizmden beslenir. UEFA ve Süper Kupa'yla beraber anılan Fatih'in Arslanları da.
Fenerbahçe bu gerikalmışlık romantizmine "Harrington Kupası" efsanesiyle katılır. Şimdilerde Metin Oktay'a karşı geliştirilmeye çalışılan Lefter Küçükandonyadis "efsanesi" de romantikleştirilen dönemlere aday görünüyor.
Beşiktaş ise "Baba" Hakkı Yeten ve şimdilerin "Feda"sının sahibi Şerafettin Bey'le bu gerikalmışlık romantizminin içinde yer alır.
Esasında demeye çalıştığımız şey şu: Futbol körtopal da olsa artık kendisine olgusal bakan, ya da bakmaya çalışan bir nesil yetiştirdi öyle ya da böyle. Ama oyuna ilişkin bu olgusal bakış, spor ve kulüplerimize ilişkin romantik (ve de irreel ve anakronik elbette) beyinlerin üretimi olan tarihlerle kuşatılmış durumda.
Bu kuşatılmışlık aslında bir ihtiyaç doğuruyor: Spora, futbola, spor tarihine, kulüplerin tarihine olgusal bakış ihtiyacı. Bu bakışın bir yaşam alanına (lebensraum), nefes alanına, en azından bir teneffüse ihtiyacı var.
"Beş Edebiyat" adına zıt bir biçimde spora ve tarihe bir teneffüs alanı yaratmak iddiasıyla yola çıktı. Düşünceler zaman ve mekânda olgunlaştıkça, "Beş Edebiyat" bizzat kendisi futbol ve tarih yazılarıyla bu nefes alanını yaratmaya çalışacak. Nefesi yettiğince tabi.
Melih Şabanoğlu
(1) Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri, s. 221, İstanbul, İletişim Yayınları, 1983
hadi hayırlı olsun, haftaya kongreye geliyormusun?
YanıtlaSilMelih Abi, hayırlı olsun. Yeniden uzun cümlelerini okumak beni gerçekten mutlu etti.
YanıtlaSilSevgi ve saygılarımla,
Melih abi hayırlı olsun o müthiş yazı dizilerini sabırsızlıkla bekleyeceğim.
YanıtlaSilSevgi ve saygılar
Melih abi, tam da bu aralar Adorno'nun "Sahicilik Jargonu" adlı kitabını okurken, yazın çok iyi geldi. Sanki nokta atişı oldu yazın..
YanıtlaSil