İskelet basit bir kelime. Yazması, söylemesi, okuması kolay. Bu yüzden oluşturması da kolay sanılıyor. Ama öyle değil.
Galatasaray üzerinden düşünecek olursak, son 12 yılda sadece
üç defa başarılı bir şekilde iskelet kurulabildi Florya’da. Hagi (2004-2005) [ve sonraki
sezon Eric Gerets devam ettirdi bu iskeleti], Karl Heinz Feldkamp (2007-2008) ve Fatih Terim (2011-2012).
Evet şimdi dillerde bir “darb-ı mesel” Galatasaray’ın son
iskeleti. Ama kurulması çok da kolay olmadı, her ne kadar saha dışında inceden
inceye kurgulansa da. Galatasaray’da yapının ağırlığını temelde üç futbolcu
çekiyor iskeleti oluşturan blokların kaptanları olarak. Defansta Tomas Ujfalusi,
orta saha bloğunda Felipe Melo ve hücum hattının lideri olarak da Johan
Elmander.
Bu durumu, “zaten Terim kendi bloğunda böylesi önemli üç
futbolcuya sahip olabildiği için göreli olarak daha kolay bir iskelet
oluşturabildi” cümlesiyle de açabiliriz. Tomas Ujfalusi sayesinde Semih Kaya kolayca
adapte edilebildi takıma. Keza her ne kadar “yerli Xavi” olsa da Selçuk İnan
daha kolay ofansif futbola odaklanabildi yanında yöresinde Melo gibi bir
dalgakıran olduğu için. Ve de Elmander. Maçta girdiği pozisyon sayısından çok
daha fazlasını, yaptığı duvar pası ve açtığı koridorlarla arkadaşlarına sunan
bir Elmander bulunduğu için Galatasaray 4-4-2’ye döndü. Böylece Milan Baros da (sonradan
da Necati Ateş) çerçeveye girmiş oldu.
Bu iskelet oluştuktan sonra, atacak bir adım daha kalmıştı:
Seviye olarak bir alt gruba dahil olan futbolcuları bir gömlek yukarı taşımak: Engin
Baytar ve Emre Çolak bu adım sonrasındadır ki, yılda neredeyse tek haneli maç
yapan futbolcudan 30 maçlık maraton futbolcusuna evrildi.
Galatasaray bu omurgasını, futbol bilgileri ve fizik kaliteleri
üst seviyede bulunan Emanuel Eboué, Hakan Balta, Albert Riera ve Necati Ateş’le
genişleterek şampiyonluğa yürüdü.