[Biraz sonra okuyacaklarınız Max Weber’in kullandığı anlamda “ideal tip” tanımına girer. Tam gerçekliği yansıtmasalar da gerçekliği anlamak için harita olarak kullanılabilirler.]
Dünyada iki futbol ekolü ortaya çıktı: Pas Futbol Ekolü ve Geçiş
Futbol Ekolü.
Pas Futbolu derken ikinci ve üçüncü bölgedeki (yani orta
sahada ve hücumda) boşlukları arayan ve bulan futbolcuların topla
buluşturulmasını anlıyoruz. Bu futbolu, “özellikle üçüncü bölgede pasla rakip
sayısını azaltmaya dayanan oyun anlayışı” diye tanımlamak mümkün.
Geçiş Futbolu ise “ defans yaparken sahaya nasıl yayılırsak
topu kazandığımız an en hızlı biçimde atağa çıkabiliriz” sorusuna yanıt arayan
bir konsepte sahip. Temelde ikinci bölgeyi (orta saha) en kısa sürede geçmeye
odaklanan Geçiş Futbolu halen dünyada en yaygın olarak uygulanan futbol ekolü
konumunda.
Mini tarihçeler
Bu iki futbol ekolünün tarihçesine uzun uzun girmeye gerek yok.
Bu konuda Pas Futbolu’nun 1974’te Hollanda Ulusal Takımı’nın sahneye koyduğu “total
futbol”un en son versiyonu olduğunu belirtmek yeterli olacak. Gezegenin en
önemli iki turnuvasını dört yıldır üst üste kazanan İspanya Ulusal Takımı
sayesinde Pas Futbolu dünyanın zirvesinde. Bu başarının arka planında ise Frank
Rijkaard-Pep Guardiola çizgisiyle dünya futbolunda büyük bir hegemonya kuran FC
Barcelona gerçeği yatıyor. Ancak FC Barcelona bu süreç içinde kendini yenileyemediği
için Pas Futbolu pastırma yazını (aldatan güneş) yaşıyor bugünlerde.
Bir Mourinho yapımı
Geçiş Futbolu ise yakın geçmişteki izlerini “Los Galacticos”
ve Otto Rehhagel’de sürebildiğimiz futbol anlayışlarının José Mourinho tarafından
sentezlendi. Portekizli teknik adam “kontrol futbolu” olarak bildiğimiz oyun
anlayışını tersyüz ederek oluşturdu bu sentezi. Mourinho, oyunu, topa sahip
olarak kontrol etmek yerine topu rakibe vererek kontrol etme dönemini başlattı.
Ama bunun üzerine pas, top ve futbolcunun üçünün de çok hızlı olduğu ani hücum
konseptini ekledi.
Geçiş Futbolu’nun temel mantığı çok basit aslında ve oyundan
imbiklenmiş doğru bir gözleme dayanır: “Bir takımın savunma kurgusunun en zayıf
olduğu an, o takımın topyekûn hücum yaptığı andır.” Tıpkı denizden karaya
çıkarma yapan (ya da bir ırmağı geçen) bir askeri birliğin en kırılgan olduğu anın,
çıkarmanın yapıldığı zaman dilimi olması gibi. Çünkü karaya çıkan birlikler
doğrudan “düşman” ateşinin tehdidi altındadır ve onları koruyacak fazla bir şey
de yoktur o an.
Söylemeye elbette gerek yok. Felsefe olarak birbirlerinden esinlendikleri
ve uyguladıkları birçok şey olsa da Pas Futbolu ve Geçiş Futbolu birbirine zıt
iki kutbu temsil ediyorlar dünyada. Ama bu, takımların sadece Pas Futbolu ya da
Geçiş Futbolu oynadıkları anlamına gelmiyor. Başka şekilde söyleyecek olursak,
bu iki ekol arasında bir geçirgensizlik yok. Bu nedenle de dünyadaki her takım
her 90 dakika, her iki ekolden de örnekler sergileyerek tamamlıyor oyunu. Ama günün
sonunda bu ekollerden sadece birisi o takımın baskın karakteri oluyor.
Bu başlığa ilişkin son nokta. Birçok ürün ve hizmette olduğu
gibi Pas Futbolu’yla Geçiş Futbolu’nda da çeşitli kaliteler, ligler ve sınıflar
var. Dünyada en gelişmiş Pas Futbolu kulüp ve ulusal takım anlamında İspanya’da
oynanıyor. İngiltere Futbol Ligi EPL’de de İspanya’ya benzer kalitede Pas
Futbolu üretimi var.
Geçiş Futbolu’nda da benzer bir görünüm var. Birinci sınıf
Geçiş Futbolu oynayanlar İspanya ve İngiltere’ye kümelenmiş durumda, Real
Madrid, Atlético de Madrid, FC Chelsea ve Manchester City gibi. [İspanya’daki
Atlético de Madrid örneği biraz farklı çünkü Diego Simone’nin futbol
anlayışında hücuma çıkan rakibi şok presle bozmak önemli bir yere sahip. Bu
anlamda Atlético de Madrid gölge pres yapan diğer Geçiş Futbolu takımlarından kategorik
olarak farklı bir yerde duruyor.]
Dünya futboluna yatay kesitten bakınca görülen bu. Dikey
kesitten bakılınca ise ilk göze çarpan şey, iki futbol anlayışının varlığı:
Proaktif Futbol Anlayışı (PFA) ve Reaktif Futbol Anlayışı (RFA). Esasen bu iki
anlayış arasındaki çizgiyi zenginlik ve fakirlik çiziyor. Kendi liglerinde
sürekli şampiyonluğa oynayan takımlar doğal olarak PFA çizgisine yöneliyor.
Daha mütevazı hedeflere sahip olanlar ise RFA’ya.
Futbol ve biyoloji
Buradan geçiyoruz futbolla biyoloji arasındaki benzerliğe.
Bilindiği gibi biyolojide kozmos en küçükten en büyüğe doğru,
şu sıralamayla oluşturulur: Hücre, doku, organ, sistem ve organizma. Buna göre
hücreler dokuyu, dokular organı, organlar sistemi, sistemler de organizmayı
oluşturur.
Bu benzetmeyi futbola uygulayacak olursak kozmos şu
sıralamayla oluşturulur: Futbolcu, doku, blok, sistem ve takım. Buna göre futbolcular
dokuları, dokular blokları, bloklar sistemleri, sistemler de takımları
oluşturuyor.
Dokunun önemi
Oyunun en küçük birimi olarak “futbolcu”nun önerilmesine kimsenin
bir itirazı olmasa gerektir. Ama iş “doku”dan bahsetmeye gelince itirazlar
olacaktır. Tanımı biraz açarsak durum daha netleşecek. Futbolda “doku” derken,
benzer ya da türdeş pozisyonlarda oynayan futbolcuları düşünmek gerekir ilk
olarak. İkinci olarak da, birinin veriminin diğer(ler)ini doğrudan etkilediği
oyuncu kümelerini.
Bu tanıma göre mesela çift stoperden meydana gelen tandem hattı
bir dokudur. Tıpkı Galatasaray örneğindeki Tomas Ujfalusi-Semih Kaya ikilisiyle,
4-4-2’nin orta saha göbeğini oluşturan, Selçuk İnan-Felipe Melo gibi. Galatasaray
örneğinde santrforda yanyana ya da önlü arkalı oynayan iki futbolcu da (Johan
Elmander-Umut Bulut) ideal bir doku örneği. Birinin veriminin diğerini doğrudan
etkilediği doku örneğine ise Muslera’yla tandem hattını verebiliriz. Sol
kanatta önlü arkalı oynayan Nordin Amrabat’la Hakan Balta ikilisi de doku için
güzel bir örnek oluşturuyor, sağ kanattaki Hamit Altıntop’la Emanuel Eboué gibi.
Burada görüldüğü gibi doku futbolda inanılmaz önemli ve
dokunun karakteri sadece blokların oluşumunun yanısıra, sistem ve takımı da
doğrudan etkiliyor.
Sırada, biyolojideki “organ”a karşılık gelen defans, orta
saha ve hücum blokları var. Bu benzetme hakkında fazla konuşmanın gereği yok. Çünkü
biyolojide organlar vücut için ne kadar yaşamsalsa, futbolda da bloklar takım
için o kadar yaşamsal.
Buradan geliyoruz sisteme. Futbolda bugüne kadar “sistem”
kavramı o kadar çok yanlış kullanıldı ki kafalar inanılmaz karışık tanımın
tarifi hakkında. Bu nedenle de kâh 4-4-2, 4-3-3 gibi formasyonlar yerine kullanılıyor
“sistem” günümüzde. Kâh iyi kapanan ve iyi açılan takımları tariflemek için.
Sistemin tanımı
Oysaki biyolojide olduğu gibi futbolda da sistemi, yapılan
iş ve üstlenilen fonksiyon üzerinden tariflemek gerekir. Tersten gidecek
olursak şöyle bir örnek üzerinden sistemi daha iyi anlayabiliriz. Bir organizma
olan insan gün boyunca bir çok iş üretir; yürümek, okumak, yemek, çalışmak,
öğrenmek gibi.
Örneğin bir iş olarak yürümeyi ele alalım. Bir insan
yürürken vücudunda birçok sistem aynı anda hem birbirinden bağımsız, hem de birbiriyle
ahenkli biçimde çalışır. İnsan yürürken nefes alır, nefes verir. Böylece vücuttaki
kanı temizleyen ve hücrelere temiz oksijen gönderen solunum sistemi aktif
biçimde devreye girmiş olur. İnsan yürürken bacak kasları ve eklemleri hareket
eder. Bu kas, iskelet ve sinir sistemlerinin çalışmasıyla mümkün olur. İnsan
yürürken enerji harcar. Bunu sağlayan solunum, sindirim ve depolama sistemlerinin
faaliyete geçerek iş gören hücrelere yakılmak üzere oksijen, karbonhidrat ve
yağ göndermesidir. İnsan yürürken içinde bulunduğu uzayda hareket eder. Bu,
başta görme ve işitme olmak üzere tüm duyu organlarının sinir sisteminin
yönlendirmesiyle görevlerine odaklanmasıyla mümkün olur.
Aynı benzetmeyi futbola taşıyacak olursak şunu söylemek
gerekir. Bir maç boyunca bir futbol takımı çok sayıda iş üretir. Mesela savunma
yapar, hücuma çıkar. Gol atar, gol kurtarır. Korner atışı kullanır, köşe atışı
karşılar. Pres yapar, savunmada ofsayt çizgisine dikkat eder.
İşte bir takım (organizma) tüm bir maç boyunca bütün bu işleri
üretirken, belirli fonksiyonlar etrafında organize olmuş çok sayıda sistem
kullanır. Burada önemli olan iki şey var. İlki futbolda herhangi bir iş
üretirken bütün doku ve bloklar (organlar) sistem dahilinde aktif roller
üstlenirler. İkincisi, bu roller dokudan dokuya, bloktan bloğa farklılıklar
gösterir.
Savunma sistemi
Mesela savunma sistemini ele alalım. Bir takımda savunması forvet
hattında başlar ve bu blokta oynayan futbolcuların topun arkasına geçmesiyle ete
kemiğe bürünür. Forvet oyuncuları duruma göre savunma sistemi içinde rakip futbolculara
aktif pres de uygular. Zira hücum bloğunun savunma sistemindeki temel görevi,
takım savunmasına doğru saha parselasyonu için ihtiyaç duyulan zamanı
kazandırmak ve bu savunma sistemine topun arkasına geçerek aktif biçimde dahil
olmaktır. Savunma sisteminde orta saha bloğunun görevini ise, rakibi karşılamak
ve karşı takımın tehlikeye bölgeye göndereceği oyuncuları kontrol altına almak (kademeye
girerek marke etmek) diye tanımlayabiliriz. Defans bloğunun savunma
sistemindeki görevi ise net biçimde itfaiyeciliktir. Yani yangın çıkan bölgeye
koşturup o yangını topu keserek hemen söndürmek.
Görüldüğü gibi savunma tek başına, takımdaki tüm blokların (organlar)
aktif biçimde rol üstlendikleri bir sistemdir. Tıpkı ağızdan başlamak üzere
yutak, yemek borusu, mide ve bağırsak gibi organlardan oluşan sindirim sistemi
gibi. Nasıl ki sindirim sisteminde her organın görevi farklıysa futboldaki
savunma sisteminde de her blok ayrı ve farklı bir görev tanımına sahip.
Geldiğimiz nokta şu. Bir futbol takımında birden fazla
sistem var. Savunma sistemi, hücum sistemi, paslaşma sistemi, duran top
sistemi, saha parselasyonu sistemi, kademe sistemi gibi. Bu sistemlerin yerine
getirilmesinde bütün bloklar aktif biçimde çalışmaya dahil olurlar. Ve biz bu
sistemlerin hepsini belirli bir standardın üzerinde yerine getiren ekiplere “sistem
takımı” diyoruz.
Biyolojiden ve buradan hareketle şu tanımı yapacak durumdayız
artık: Takımlar yaşayan organizmalardır. Takımlar futbolcuların, (futbolcu
kümelerinden oluşan) dokuların, (farklı dokulardan meydana gelen) blokların ve (bu
blokların belirli bir görev dahilinde örgütlendikleri) sistemlerin karmaşık birleşiminden
meydana gelirler.
Buradan geçiyoruz Galatasaray’a. Galatasaray’daki bu sezon
ortaya çıkan temel sorun ne, ya da neler? Yanıt basit ve kısa: Galatasaray’ın
iki temel sorunu var. İlki yapısal, ikincisi ise konjonktürel.
Yapısal problem
Yapısal soruna geçmeden önce yazının en başına dönerek
futbol ekollerini hatırlamak gerek. Galatasaray hangi futbol ekolü içinde yer
alıyor sorusunun yanıtını bir çırpıda vermek pek mümkün değil. Belki de ilk ve
doğru soru şu: “Galatasaray hangi futbol ekolünde yer almıyor?” Bu sorunun yanıtlamak
kısmen çok kolay: Galatasaray “Geçiş Futbolu Ekolü”ne sahip değil kesinlikle.
Dolayısıyla Galatasaray’ın “Pas Futbolu” ekolü içinde yer aldığını söylemek çok
yanlış değil. Galatasaray temelde ne yapmak istiyorsa rakibi tam olarak
karşısına alarak yapmak isteğinde, rakibi eksik yakalamaya uğraşan bir
zihniyete sahip değil. Bunun yanısıra Galatasaray futbol anlayışı olarak
Proaktif Futbol Anlayışı’na sahip.
Galatasaray’ın yapısal sorunu şu ki, Fatih Terim’in takımı “Pas
Futbolu” sınıfının iyi bir öğrencisi değil. Nedeni ise bu ekolün felsefesi
üzerine eğilmemiş olması. Bu zayıflık yüzünden Galatasaray hem Pas Futbolu’nu nasıl
mükemmelleştireceğini bilemiyor, hem de yine aynı nedenden ötürü oldukça yavaş pas
hızına (topa sahip olma süresinin toplam pas sayısına bölünmesiyle elde edilen
sabit sayı) sahip.
Bu aşamada Galatasaray’ı, Şampiyonlar Ligi’ndeki en temel
iki rakibi olan Sporting de Club Braga ve CFR Cluj’la kıyaslamak bizi doğru bir
analize götürecek. Her iki ekibin de benzer özelliği var: Her ikisi de Geçiş
Futbol ekolü içinde ve her ikisi de Reaktif Futbol Anlayışı’na sahip. Bu
nedenle hem SC Braga hem de CFR Cluj, Galatasaray’ın oynadığı Pas Futbolu’na
karşı yapısal anlamda iyi bir panzehire sahip. İyi alan savunması yapıp rakibin
hatalarını iyi değerlendiren takım ikisi de.
Bunun dışındaki bir diğer artıları da her iki takımın da pas
hızının Galatasaray’dan yüksek olması. Bu iki karakter (futbol ekolü ve pas hızı),
her iki takımın da doğru alan seçimi, doğru koşu ve doğru pasla rakibi kolayca
eksilttikleri anlamına geliyor. (Bu elbette Galatasaray’ın bu akşam CFR Cluj’a
yenileceği anlamına gelmiyor. Ama muhtemel bir yenilgi de asla sürpriz değil.)
Konjonktürel problemler
Bugünden yarına düzelmeyecek olan bu yapısal sorunu bir
kenara bırakıp Galatasaray’ın konjonktürel sorununa geliyoruz. Galatasaray’ın
en temel konjonktürel problemi; “doku” sorunu. Galatasaray’ın geçen yıl iyi
işleyen dokularının neredeyse tamamı bu sezon bozuldu ve uyumsuzlaştı. Bu da hastalıklı
yapının organlara, yani bloklara sıçramasına yol açtı.
Defans bloğundaki doku sorunundan başlayalım. Tomas Ujfalusi
belirli bir standarta sahip olmasının dışında, defans bloğunun lideriydi
Galatasaray’da. Onun eksikliği defansı “beyinsiz” ya da “komutansız” bıraktı. Keza
orta saha bloğunda da fizik kalite olarak çok gerilemiş Felipe Melo ciddi bir
doku hastalığına yol açtı. Benzer biçimde yaptığı amansız presle Galatasaray’ın
savunma sisteminin bağışıklığını sağlayan Engin Baytar’ın yokluğu da önemli bir
doku sorunu. Yani orta saha bloğu da bu kapsamda hasta sayılabilir.
Galatasaray’ın hücum bloğundaki doku sorunu ise iki santrfor
arasındaki uyum problemi bulunması. Galatasaray geçen yıl Elmander - Milan Baros
/ Necati Ateş arasındaki ikili oyunları bu yıl sahneye koyamıyor, her ne kadar
Burak Yılmaz ve Umut Bulut kalite olarak Baros ve Ateş’ten geri olmasalar da.
Bu doku uyumsuzluğunun ürettiği net bir sonuç var: Galatasaray’ın attığı
gollerde yaratıcı asist sayısı geçen sezona göre inanılmaz azaldı.
Sonuç
Özetle; Galatasaray’ın halihazırdaki en temel problemini
konjonktürel bir tablo arz eden “doku” sorunları oluşturuyor. Galatasaray’ın bu
sorunları aştığı ölçüde geçen yılki savaşçı karakterine bürüneceğini söylemek
yanlış olmaz. Galatasaray’ın yapısal sorunu oluşturan Pas Futbolu’nu ilerletmek
ve hızlandırmak ise yılları alan ciddi bir proje. Şu an böylesi bir proje
üretecek vakti yok Galatasaray’ın, çünkü acil pansuman yapılması gereken kısa
vadeli sorunları çözmeden geleceğe bakmak çok mümkün değil.
Melih Şabanoğlu
PS. Bu yazı İstanbul'daki CFR Cluj maçından önce kaleme alındı.
Türkiyenin bence önemli teknik adamlarından biri olan Şaban Yıldırım (sakaryaspor teknik direktörüydü)bir röportajında ilginç bir ifade kullanmıştı sistem ile ilgili.''bazen oyun kendiliğinden oluşur.bunu oyuncular bile farketmeyemebilir akan oyun içerisinde''.bunu ilk okuduğumda fazla ilgimi çekmemişti.kendiliğinden vurgusu önemli.organik bir düzen var.mekanik değil.
YanıtlaSilGalatasarayın sorunu sanırım pas futbolundan çok kaos futbolu oynamaya çalışmasıdır bu sezon.ve bunu yanlış oyuncu profilleri ile deniyor.96-2000 arasıda kaos futbolu doğru oyuncularla oynandığı için başarı gelmiştir.ama bu enteresan futbol tarzını dünyada uygulayan da yoktur .
YanıtlaSilgeçen sezon engin baytar necati(ortasahalaşabilen) ve emre çolak oynuyordu.(pas futboluna uygun profiller).bu oyuncuların varlığı ile selçuk ve melo da farklı rollerde bunlarla uyumlu halde idiler.burada kendiliğinden öngörülemez işler ortaya çıkıyordu.kimin forvet kimin orta saha olduğu kendiliğinden akan oyunda belirlendiği için rakiplerin önlem almasıda zorlaşıyordu.
bence sorun sahada rollerin belirlenmesidir kanımca.selçuk-melo rolü burak-elmander rolü amrabat kanatta diğer kanatta hamit.oysa geçen sezon engin baytarı kendiliğinden pozisyon gereği forvet pozisyonunda görebiliyorduk ceza alanında.yada orta sahaya gelip selçuk forvete çıkıyordu.çakılı roller yoktu.geçen sezon selçuk ve melo forvet oyuncusu kadar gol atmışlar.enginin asist sayısı 7.
şaban yıldırım hocanın deyimiyle geçen sene kendiliğinden oluşan organik yapı bu sezon bozulmuş durumda.organizma bozuldu.taşlar yerinden ayrıldı.bunun yerine mekanik, rollerin belli olduğu bir düzen geldi.bu mekanik düzende çalışan çarkada rakipler çomak sokabiliyorlar.duruyor haliyle.
benim yakın zamanda gördüğüm reaktif(modern futbol) futbolu oynayan lucesculu galatasaray skibbeli galatasaray şenol güneşli trabzonspordur.reaktif futbol bence 2. bölge oyunudur.küçük takımların oynadığı ise tipik yılların kontratak futbolu. başka bir durum.1. bölge oyunu.
günümüz futbolunda 2. bölge en belirleyici alandır.
galatasaray'ın temel problemini analiz eden güzel bir yazı.galatasaray'ın sorunu kadro yetersizliği falan değil,nasıl oynayacağına karar verememesi.galatasaray şu an bir geçiş döneminde.fatih terim de bu sıkıntıyı yaşıyor.Şahsi görüşüm, şu an en geçerli sistem FCB'nin ve İspanaya Milli Takımı'nın oynadığı hızlı pasa dayalı oyun.dünya futbolu da bu yönde evrim geçirdiği için takımlar da kendi oyun sistemlerini bu oyunla sentezlemek istiyorlar.bu oyun GS ve Türk futbolunda pek yeri olmayan bir oyun türü.Terim'in 2000 yılında bıraktığı takım klasik 4-4-2 ile oynayan ve havadan ortalarla pivot santroforu(h.şükür) besleyen bir takımdı.ancak bu zamanda sol ve sağ açıklar ,3'lü forvetin kanatlarında içeriye kat ederek oynayan oyuncular konumuda daha çok.hamit'in de formsuz gibi algılanması da bu yüzden.klasik sağ açık için ideal ama hızlı ve içeriye kat edebilen bir oyuncu değil.aynı sorun solda oynayan e.çolak için de geçerli.GS süper lig'de rahat bir şekilde şampiyon olabilecek kapasiteye sahip fakat CL'de başarılı olabilmesi için sancılı geçiş dönemini atlatabilmesi ve bunun için de güven veren bir teknik adama ihtiyacı var.f.terim azimli karakteriyle yeni bir ekol yaratacaktır GS ve Türk futbolu tarihinde...
YanıtlaSilhocam yazına bazı itirazlarda bulunacağım.genel olarak yorumlarına katılıyorum.
YanıtlaSilreal madrid geçiş futbolu oynamıyor.defansa çekilip buradan çıkmıyor.barcaya karşı oynanan oyun farklı tabi interin başındaki mourinho barca-inter eşleşmelerinde.bu özel bir durum.genele bakarsak 2. bölge oyunudur modern futbol.zirve örnekleri almanya milli takımı real madrid bayern münih b.dortmund gibi takımlar.ingilreterede de çelsi manu m.city söyleyebiliriz.ama bunlar içinde bu oyunu en iyi uygulayan almanya milli takımı real madrid ve bayern münih.yunanistan geçiş futbolu oynamıştır zamanında.sivassporda böyle.buna kontratak futbolu diyoruz zaten.gücü ve yetenekleri kısıtlı olanlar set hücumunu yapacak yetenekte oyuncusu az olanlar haliyle bunu uyguluyorlar.
barca ile alman milli takımını real madridi ayıran durum barca hem 2. bölge oyunu hem de 3. bölge oyunu oynayabiliyor.ve bunu çok iyi yapıyor.genelde de 3. bölge oyunu oynar set hücumlarında barca.real madrid bayern münih gibi takımlar ise 2. bölge oyunu oynarlar.3. bölgeye yerleşmeden ama hızlıca 2. bölgeyi geçip sızmalar yaparlar 2. bölgede paslaşırken.en son real madrid barca maçında ronaldonun attığı 2. gol buna örnektir.2. bölgeden 3. bölgeye özilin harikası dikine pası sonucu gelen bir gol.
ayrıca pas futbolundan kasıt barca ise bunu dünyada kimse uygulamıyor.uygulanmaya çalışılan diğer takımların yapmak istediği barcanın değil real madridin oynadığı sistemdir.real madrid de paslaşıyor tabi.ama barca 800 pas yapıyorsa real madrid 400 yapıyordur.vede atılan gollere baktığımızda 2. bölgeden dikine atılan pasları görüyoruzdur.
2. bölge oyununda bu sezon oynanan bjk-gs maçının ilk yarısı mükemmel örnektir galatasaray adına.oyunun yönünün uzun paslarla değişmesi ,dikine paslarla 3. bölgeye hızlı girişler.bu kontratak değildi.modern futbolun ta kendisi.
türkiyedeki zeminlerin olumsuz olması hem oynanan futbolu etkiliyor hem de skorları.bütün o teknik taktik yorumların sağlıklı olabilmesi içinde çok iyi zeminlerin olması gerekiyor.türkiyedeki zeminler organize futbol oynamak isteyen takımları olumsuz yönden çok etkiliyor.
YanıtlaSilben değil Galatasaray'ın hiçbir takımın Barcelona'nın oynadığı pas futbolunu oynayabileceğine inanmıyorum. Barcelona bile ancak Xavi, İniesta gibi olağanüstü orta saha oyuncularının yetişmesi sayesinde şu seviyeye yükseldi.
YanıtlaSilGeçiş futbolu ise sistemsel olarak belki 2-3 sezonda kurulsa bile; eğer hedef olarak major takımları alt edip ŞL'yi kazanmak gibi bir amaç varsa bence bu yolun sonu da çıkmaz. Zira geçiş futbolunu bugün en iyi oynayan Real Madrid, M.City, Chelsea, Atletco gibi dünmya futbolundaki en klas oyuncuları ellerinde bulunduran takımlar oynuyor. Bu takımları kendi oynadıkları sistemle yenmek için en az onlar kadar kaliteli oyuncular bulmanı lazım ki bu bütçelerle bu da imkansız.
Ben bu iki oyun sistemin dışında farklı bir şey bulunmasına inanıyorum. Aslında Fatih Hoca'nın belki de kendiliğinden oluşturduğu 2000 yılındaki oynanan oyunun üstüne gidip daha da mükemmelleştirilebilir. Kısaca rakip yarı sahada ya da 3. bölgede yapılan yoğun ve alan daraltan prese dayalı kaos futbolu. Savunmanın tabiki orta sahaya kadar gelip oyunu sıkıştırdığı, ortada mutlaka çok koşan, basan, alan daraltan, top çalma kabiliyetine sahip, zeki oyunculardan kurulu bir 3'lü ve ileride birbirini tamamlayan teknik aynı zamanda yine baskıcı ve presçi bir 3'lü. Bu oyunun üzerine gidip, belki zaman içinde bunun en uygun elemanlarının bulunması hususunda ilerleme kaydedilirse sanki özgün bir şey çıkar gibi geliyor. MEsela şu an ki mevcut kadro içinde bence;
ortada yekta, melo, selçuk; önde elmander, umut, amrabat veya burak'La birlikte 6 tane koşan hareketli, yer değiştiren, top rakipteyken basan ve rahatsız eden bir kurgu olabilir. Aynı okan-suat-emre-hagi-arif-hakan gibi. Tabi 2000 yılındaki 6'li daha ağır basıyor.Zaman içinde Burak'tan daha klas bir golcü eklenebilir. Veya hagi gibi yaratıcı günümüz futboluna uygun bir forvet bulunabilir. Ya da Yekta'dan o zamanki Okan'a bir evrim neden olmasın? Geçen sezon izlediğimiz Melo böyle bir takımın orta sahasında hem defansif hem ofansif iş yapabilir. Selçuk da iki yönlü oyunu ve zekası ile geleceğe yönelik üstüne yatırım yapılacak bir oyuncu gibi. Üstelik bu sayılan oyuncuların tamamı 30 yaşın altında, olgun ve kaliteli, güçlü oyuncular.
Sol beke eboue ayarında gidip gelen bir oyuncu ve defansa yapılacak ömer toprak/serdar taşçı takviyesi ile Galatasaray 2-3 sezon sonra Avrupa'da devamlı çeyrek final yarı final kovalayan bir takım olabilir.
kaos futbolunun CL de iş yapmadığını geçmişte gördük.terimli gs o dönemde gruplardan hiç çıkamadı.luceli galatasaray ise üstüste 2 CL sezonunda gruplardan çıkmıştır.
YanıtlaSilgeçiş futbolunda porto başarılı olmuştur.luceli galatasarayda başarılıdır.hatta skibbeli galatasarayda güzel uygulamalar yapmıştır.özlüyorum skibbeli galatasarayın avrupa maçlarını.süper ligde de güzel organize ataklar yapıyorduk skibbeli galatasarayın.ama son vuruşlarda başarısızdık.
geçiş futbolunda diğer takımlarda başarılı olabilir.yeterki teknik adamın buna uygun olsun.
Melih Ağabey, konu ile alakasız ancak, benim de bir blogum var, blog listene eklersen bana küçük bir yardım etmiş olursun, çok sevinirim :) Teşekkürler...
YanıtlaSilhttp://kaledenkaleye.blogspot.com