23 Ekim 2012 Salı

Futbolun ve Galatasaray'ın anatomisi




[Biraz sonra okuyacaklarınız Max Weber’in kullandığı anlamda “ideal tip” tanımına girer. Tam gerçekliği yansıtmasalar da gerçekliği anlamak için harita olarak kullanılabilirler.]

 

Dünyada iki futbol ekolü ortaya çıktı: Pas Futbol Ekolü ve Geçiş Futbol Ekolü.

 

Pas Futbolu derken ikinci ve üçüncü bölgedeki (yani orta sahada ve hücumda) boşlukları arayan ve bulan futbolcuların topla buluşturulmasını anlıyoruz. Bu futbolu, “özellikle üçüncü bölgede pasla rakip sayısını azaltmaya dayanan oyun anlayışı” diye tanımlamak mümkün.

 

Geçiş Futbolu ise “ defans yaparken sahaya nasıl yayılırsak topu kazandığımız an en hızlı biçimde atağa çıkabiliriz” sorusuna yanıt arayan bir konsepte sahip. Temelde ikinci bölgeyi (orta saha) en kısa sürede geçmeye odaklanan Geçiş Futbolu halen dünyada en yaygın olarak uygulanan futbol ekolü konumunda.
 






 

Mini tarihçeler

 

Bu iki futbol ekolünün tarihçesine uzun uzun girmeye gerek yok. Bu konuda Pas Futbolu’nun 1974’te Hollanda Ulusal Takımı’nın sahneye koyduğu “total futbol”un en son versiyonu olduğunu belirtmek yeterli olacak. Gezegenin en önemli iki turnuvasını dört yıldır üst üste kazanan İspanya Ulusal Takımı sayesinde Pas Futbolu dünyanın zirvesinde. Bu başarının arka planında ise Frank Rijkaard-Pep Guardiola çizgisiyle dünya futbolunda büyük bir hegemonya kuran FC Barcelona gerçeği yatıyor. Ancak FC Barcelona bu süreç içinde kendini yenileyemediği için Pas Futbolu pastırma yazını (aldatan güneş) yaşıyor bugünlerde.

 

Bir Mourinho yapımı

 

Geçiş Futbolu ise yakın geçmişteki izlerini “Los Galacticos” ve Otto Rehhagel’de sürebildiğimiz futbol anlayışlarının José Mourinho tarafından sentezlendi. Portekizli teknik adam “kontrol futbolu” olarak bildiğimiz oyun anlayışını tersyüz ederek oluşturdu bu sentezi. Mourinho, oyunu, topa sahip olarak kontrol etmek yerine topu rakibe vererek kontrol etme dönemini başlattı. Ama bunun üzerine pas, top ve futbolcunun üçünün de çok hızlı olduğu ani hücum konseptini ekledi.

 

Geçiş Futbolu’nun temel mantığı çok basit aslında ve oyundan imbiklenmiş doğru bir gözleme dayanır: “Bir takımın savunma kurgusunun en zayıf olduğu an, o takımın topyekûn hücum yaptığı andır.” Tıpkı denizden karaya çıkarma yapan (ya da bir ırmağı geçen) bir askeri birliğin en kırılgan olduğu anın, çıkarmanın yapıldığı zaman dilimi olması gibi. Çünkü karaya çıkan birlikler doğrudan “düşman” ateşinin tehdidi altındadır ve onları koruyacak fazla bir şey de yoktur o an.

 

Söylemeye elbette gerek yok. Felsefe olarak birbirlerinden esinlendikleri ve uyguladıkları birçok şey olsa da Pas Futbolu ve Geçiş Futbolu birbirine zıt iki kutbu temsil ediyorlar dünyada. Ama bu, takımların sadece Pas Futbolu ya da Geçiş Futbolu oynadıkları anlamına gelmiyor. Başka şekilde söyleyecek olursak, bu iki ekol arasında bir geçirgensizlik yok. Bu nedenle de dünyadaki her takım her 90 dakika, her iki ekolden de örnekler sergileyerek tamamlıyor oyunu. Ama günün sonunda bu ekollerden sadece birisi o takımın baskın karakteri oluyor.

 

Bu başlığa ilişkin son nokta. Birçok ürün ve hizmette olduğu gibi Pas Futbolu’yla Geçiş Futbolu’nda da çeşitli kaliteler, ligler ve sınıflar var. Dünyada en gelişmiş Pas Futbolu kulüp ve ulusal takım anlamında İspanya’da oynanıyor. İngiltere Futbol Ligi EPL’de de İspanya’ya benzer kalitede Pas Futbolu üretimi var.

 

Geçiş Futbolu’nda da benzer bir görünüm var. Birinci sınıf Geçiş Futbolu oynayanlar İspanya ve İngiltere’ye kümelenmiş durumda, Real Madrid, Atlético de Madrid, FC Chelsea ve Manchester City gibi. [İspanya’daki Atlético de Madrid örneği biraz farklı çünkü Diego Simone’nin futbol anlayışında hücuma çıkan rakibi şok presle bozmak önemli bir yere sahip. Bu anlamda Atlético de Madrid gölge pres yapan diğer Geçiş Futbolu takımlarından kategorik olarak farklı bir yerde duruyor.]

 

Dünya futboluna yatay kesitten bakınca görülen bu. Dikey kesitten bakılınca ise ilk göze çarpan şey, iki futbol anlayışının varlığı: Proaktif Futbol Anlayışı (PFA) ve Reaktif Futbol Anlayışı (RFA). Esasen bu iki anlayış arasındaki çizgiyi zenginlik ve fakirlik çiziyor. Kendi liglerinde sürekli şampiyonluğa oynayan takımlar doğal olarak PFA çizgisine yöneliyor. Daha mütevazı hedeflere sahip olanlar ise RFA’ya.

 

Futbol ve biyoloji

 

Buradan geçiyoruz futbolla biyoloji arasındaki benzerliğe.

 

Bilindiği gibi biyolojide kozmos en küçükten en büyüğe doğru, şu sıralamayla oluşturulur: Hücre, doku, organ, sistem ve organizma. Buna göre hücreler dokuyu, dokular organı, organlar sistemi, sistemler de organizmayı oluşturur.

 

Bu benzetmeyi futbola uygulayacak olursak kozmos şu sıralamayla oluşturulur: Futbolcu, doku, blok, sistem ve takım. Buna göre futbolcular dokuları, dokular blokları, bloklar sistemleri, sistemler de takımları oluşturuyor.

 

Dokunun önemi

 

Oyunun en küçük birimi olarak “futbolcu”nun önerilmesine kimsenin bir itirazı olmasa gerektir. Ama iş “doku”dan bahsetmeye gelince itirazlar olacaktır. Tanımı biraz açarsak durum daha netleşecek. Futbolda “doku” derken, benzer ya da türdeş pozisyonlarda oynayan futbolcuları düşünmek gerekir ilk olarak. İkinci olarak da, birinin veriminin diğer(ler)ini doğrudan etkilediği oyuncu kümelerini.

 

Bu tanıma göre mesela çift stoperden meydana gelen tandem hattı bir dokudur. Tıpkı Galatasaray örneğindeki Tomas Ujfalusi-Semih Kaya ikilisiyle, 4-4-2’nin orta saha göbeğini oluşturan, Selçuk İnan-Felipe Melo gibi. Galatasaray örneğinde santrforda yanyana ya da önlü arkalı oynayan iki futbolcu da (Johan Elmander-Umut Bulut) ideal bir doku örneği. Birinin veriminin diğerini doğrudan etkilediği doku örneğine ise Muslera’yla tandem hattını verebiliriz. Sol kanatta önlü arkalı oynayan Nordin Amrabat’la Hakan Balta ikilisi de doku için güzel bir örnek oluşturuyor, sağ kanattaki Hamit Altıntop’la Emanuel Eboué gibi.

 

Burada görüldüğü gibi doku futbolda inanılmaz önemli ve dokunun karakteri sadece blokların oluşumunun yanısıra, sistem ve takımı da doğrudan etkiliyor.

 

Sırada, biyolojideki “organ”a karşılık gelen defans, orta saha ve hücum blokları var. Bu benzetme hakkında fazla konuşmanın gereği yok. Çünkü biyolojide organlar vücut için ne kadar yaşamsalsa, futbolda da bloklar takım için o kadar yaşamsal.

 

Buradan geliyoruz sisteme. Futbolda bugüne kadar “sistem” kavramı o kadar çok yanlış kullanıldı ki kafalar inanılmaz karışık tanımın tarifi hakkında. Bu nedenle de kâh 4-4-2, 4-3-3 gibi formasyonlar yerine kullanılıyor “sistem” günümüzde. Kâh iyi kapanan ve iyi açılan takımları tariflemek için.

 

Sistemin tanımı

 

Oysaki biyolojide olduğu gibi futbolda da sistemi, yapılan iş ve üstlenilen fonksiyon üzerinden tariflemek gerekir. Tersten gidecek olursak şöyle bir örnek üzerinden sistemi daha iyi anlayabiliriz. Bir organizma olan insan gün boyunca bir çok iş üretir; yürümek, okumak, yemek, çalışmak, öğrenmek gibi.

 

Örneğin bir iş olarak yürümeyi ele alalım. Bir insan yürürken vücudunda birçok sistem aynı anda hem birbirinden bağımsız, hem de birbiriyle ahenkli biçimde çalışır. İnsan yürürken nefes alır, nefes verir. Böylece vücuttaki kanı temizleyen ve hücrelere temiz oksijen gönderen solunum sistemi aktif biçimde devreye girmiş olur. İnsan yürürken bacak kasları ve eklemleri hareket eder. Bu kas, iskelet ve sinir sistemlerinin çalışmasıyla mümkün olur. İnsan yürürken enerji harcar. Bunu sağlayan solunum, sindirim ve depolama sistemlerinin faaliyete geçerek iş gören hücrelere yakılmak üzere oksijen, karbonhidrat ve yağ göndermesidir. İnsan yürürken içinde bulunduğu uzayda hareket eder. Bu, başta görme ve işitme olmak üzere tüm duyu organlarının sinir sisteminin yönlendirmesiyle görevlerine odaklanmasıyla mümkün olur.

 

Aynı benzetmeyi futbola taşıyacak olursak şunu söylemek gerekir. Bir maç boyunca bir futbol takımı çok sayıda iş üretir. Mesela savunma yapar, hücuma çıkar. Gol atar, gol kurtarır. Korner atışı kullanır, köşe atışı karşılar. Pres yapar, savunmada ofsayt çizgisine dikkat eder.

 

İşte bir takım (organizma) tüm bir maç boyunca bütün bu işleri üretirken, belirli fonksiyonlar etrafında organize olmuş çok sayıda sistem kullanır. Burada önemli olan iki şey var. İlki futbolda herhangi bir iş üretirken bütün doku ve bloklar (organlar) sistem dahilinde aktif roller üstlenirler. İkincisi, bu roller dokudan dokuya, bloktan bloğa farklılıklar gösterir.

 

Savunma sistemi

 

Mesela savunma sistemini ele alalım. Bir takımda savunması forvet hattında başlar ve bu blokta oynayan futbolcuların topun arkasına geçmesiyle ete kemiğe bürünür. Forvet oyuncuları duruma göre savunma sistemi içinde rakip futbolculara aktif pres de uygular. Zira hücum bloğunun savunma sistemindeki temel görevi, takım savunmasına doğru saha parselasyonu için ihtiyaç duyulan zamanı kazandırmak ve bu savunma sistemine topun arkasına geçerek aktif biçimde dahil olmaktır. Savunma sisteminde orta saha bloğunun görevini ise, rakibi karşılamak ve karşı takımın tehlikeye bölgeye göndereceği oyuncuları kontrol altına almak (kademeye girerek marke etmek) diye tanımlayabiliriz. Defans bloğunun savunma sistemindeki görevi ise net biçimde itfaiyeciliktir. Yani yangın çıkan bölgeye koşturup o yangını topu keserek hemen söndürmek.

 

Görüldüğü gibi savunma tek başına, takımdaki tüm blokların (organlar) aktif biçimde rol üstlendikleri bir sistemdir. Tıpkı ağızdan başlamak üzere yutak, yemek borusu, mide ve bağırsak gibi organlardan oluşan sindirim sistemi gibi. Nasıl ki sindirim sisteminde her organın görevi farklıysa futboldaki savunma sisteminde de her blok ayrı ve farklı bir görev tanımına sahip.

 

Geldiğimiz nokta şu. Bir futbol takımında birden fazla sistem var. Savunma sistemi, hücum sistemi, paslaşma sistemi, duran top sistemi, saha parselasyonu sistemi, kademe sistemi gibi. Bu sistemlerin yerine getirilmesinde bütün bloklar aktif biçimde çalışmaya dahil olurlar. Ve biz bu sistemlerin hepsini belirli bir standardın üzerinde yerine getiren ekiplere “sistem takımı” diyoruz.

 

Biyolojiden ve buradan hareketle şu tanımı yapacak durumdayız artık: Takımlar yaşayan organizmalardır. Takımlar futbolcuların, (futbolcu kümelerinden oluşan) dokuların, (farklı dokulardan meydana gelen) blokların ve (bu blokların belirli bir görev dahilinde örgütlendikleri) sistemlerin karmaşık birleşiminden meydana gelirler.

 

Buradan geçiyoruz Galatasaray’a. Galatasaray’daki bu sezon ortaya çıkan temel sorun ne, ya da neler? Yanıt basit ve kısa: Galatasaray’ın iki temel sorunu var. İlki yapısal, ikincisi ise konjonktürel.

 

Yapısal problem

 

Yapısal soruna geçmeden önce yazının en başına dönerek futbol ekollerini hatırlamak gerek. Galatasaray hangi futbol ekolü içinde yer alıyor sorusunun yanıtını bir çırpıda vermek pek mümkün değil. Belki de ilk ve doğru soru şu: “Galatasaray hangi futbol ekolünde yer almıyor?” Bu sorunun yanıtlamak kısmen çok kolay: Galatasaray “Geçiş Futbolu Ekolü”ne sahip değil kesinlikle. Dolayısıyla Galatasaray’ın “Pas Futbolu” ekolü içinde yer aldığını söylemek çok yanlış değil. Galatasaray temelde ne yapmak istiyorsa rakibi tam olarak karşısına alarak yapmak isteğinde, rakibi eksik yakalamaya uğraşan bir zihniyete sahip değil. Bunun yanısıra Galatasaray futbol anlayışı olarak Proaktif Futbol Anlayışı’na sahip.

 

Galatasaray’ın yapısal sorunu şu ki, Fatih Terim’in takımı “Pas Futbolu” sınıfının iyi bir öğrencisi değil. Nedeni ise bu ekolün felsefesi üzerine eğilmemiş olması. Bu zayıflık yüzünden Galatasaray hem Pas Futbolu’nu nasıl mükemmelleştireceğini bilemiyor, hem de yine aynı nedenden ötürü oldukça yavaş pas hızına (topa sahip olma süresinin toplam pas sayısına bölünmesiyle elde edilen sabit sayı) sahip.

 

Bu aşamada Galatasaray’ı, Şampiyonlar Ligi’ndeki en temel iki rakibi olan Sporting de Club Braga ve CFR Cluj’la kıyaslamak bizi doğru bir analize götürecek. Her iki ekibin de benzer özelliği var: Her ikisi de Geçiş Futbol ekolü içinde ve her ikisi de Reaktif Futbol Anlayışı’na sahip. Bu nedenle hem SC Braga hem de CFR Cluj, Galatasaray’ın oynadığı Pas Futbolu’na karşı yapısal anlamda iyi bir panzehire sahip. İyi alan savunması yapıp rakibin hatalarını iyi değerlendiren takım ikisi de.

 

Bunun dışındaki bir diğer artıları da her iki takımın da pas hızının Galatasaray’dan yüksek olması. Bu iki karakter (futbol ekolü ve pas hızı), her iki takımın da doğru alan seçimi, doğru koşu ve doğru pasla rakibi kolayca eksilttikleri anlamına geliyor. (Bu elbette Galatasaray’ın bu akşam CFR Cluj’a yenileceği anlamına gelmiyor. Ama muhtemel bir yenilgi de asla sürpriz değil.)

 

Konjonktürel problemler

 

Bugünden yarına düzelmeyecek olan bu yapısal sorunu bir kenara bırakıp Galatasaray’ın konjonktürel sorununa geliyoruz. Galatasaray’ın en temel konjonktürel problemi; “doku” sorunu. Galatasaray’ın geçen yıl iyi işleyen dokularının neredeyse tamamı bu sezon bozuldu ve uyumsuzlaştı. Bu da hastalıklı yapının organlara, yani bloklara sıçramasına yol açtı.

 

Defans bloğundaki doku sorunundan başlayalım. Tomas Ujfalusi belirli bir standarta sahip olmasının dışında, defans bloğunun lideriydi Galatasaray’da. Onun eksikliği defansı “beyinsiz” ya da “komutansız” bıraktı. Keza orta saha bloğunda da fizik kalite olarak çok gerilemiş Felipe Melo ciddi bir doku hastalığına yol açtı. Benzer biçimde yaptığı amansız presle Galatasaray’ın savunma sisteminin bağışıklığını sağlayan Engin Baytar’ın yokluğu da önemli bir doku sorunu. Yani orta saha bloğu da bu kapsamda hasta sayılabilir.

 

Galatasaray’ın hücum bloğundaki doku sorunu ise iki santrfor arasındaki uyum problemi bulunması. Galatasaray geçen yıl Elmander - Milan Baros / Necati Ateş arasındaki ikili oyunları bu yıl sahneye koyamıyor, her ne kadar Burak Yılmaz ve Umut Bulut kalite olarak Baros ve Ateş’ten geri olmasalar da. Bu doku uyumsuzluğunun ürettiği net bir sonuç var: Galatasaray’ın attığı gollerde yaratıcı asist sayısı geçen sezona göre inanılmaz azaldı.

 

Sonuç

 

Özetle; Galatasaray’ın halihazırdaki en temel problemini konjonktürel bir tablo arz eden “doku” sorunları oluşturuyor. Galatasaray’ın bu sorunları aştığı ölçüde geçen yılki savaşçı karakterine bürüneceğini söylemek yanlış olmaz. Galatasaray’ın yapısal sorunu oluşturan Pas Futbolu’nu ilerletmek ve hızlandırmak ise yılları alan ciddi bir proje. Şu an böylesi bir proje üretecek vakti yok Galatasaray’ın, çünkü acil pansuman yapılması gereken kısa vadeli sorunları çözmeden geleceğe bakmak çok mümkün değil.

 
Melih Şabanoğlu
 
PS. Bu yazı İstanbul'daki CFR Cluj maçından önce kaleme alındı.

8 yorum:

  1. Türkiyenin bence önemli teknik adamlarından biri olan Şaban Yıldırım (sakaryaspor teknik direktörüydü)bir röportajında ilginç bir ifade kullanmıştı sistem ile ilgili.''bazen oyun kendiliğinden oluşur.bunu oyuncular bile farketmeyemebilir akan oyun içerisinde''.bunu ilk okuduğumda fazla ilgimi çekmemişti.kendiliğinden vurgusu önemli.organik bir düzen var.mekanik değil.

    YanıtlaSil
  2. Galatasarayın sorunu sanırım pas futbolundan çok kaos futbolu oynamaya çalışmasıdır bu sezon.ve bunu yanlış oyuncu profilleri ile deniyor.96-2000 arasıda kaos futbolu doğru oyuncularla oynandığı için başarı gelmiştir.ama bu enteresan futbol tarzını dünyada uygulayan da yoktur .

    geçen sezon engin baytar necati(ortasahalaşabilen) ve emre çolak oynuyordu.(pas futboluna uygun profiller).bu oyuncuların varlığı ile selçuk ve melo da farklı rollerde bunlarla uyumlu halde idiler.burada kendiliğinden öngörülemez işler ortaya çıkıyordu.kimin forvet kimin orta saha olduğu kendiliğinden akan oyunda belirlendiği için rakiplerin önlem almasıda zorlaşıyordu.

    bence sorun sahada rollerin belirlenmesidir kanımca.selçuk-melo rolü burak-elmander rolü amrabat kanatta diğer kanatta hamit.oysa geçen sezon engin baytarı kendiliğinden pozisyon gereği forvet pozisyonunda görebiliyorduk ceza alanında.yada orta sahaya gelip selçuk forvete çıkıyordu.çakılı roller yoktu.geçen sezon selçuk ve melo forvet oyuncusu kadar gol atmışlar.enginin asist sayısı 7.

    şaban yıldırım hocanın deyimiyle geçen sene kendiliğinden oluşan organik yapı bu sezon bozulmuş durumda.organizma bozuldu.taşlar yerinden ayrıldı.bunun yerine mekanik, rollerin belli olduğu bir düzen geldi.bu mekanik düzende çalışan çarkada rakipler çomak sokabiliyorlar.duruyor haliyle.

    benim yakın zamanda gördüğüm reaktif(modern futbol) futbolu oynayan lucesculu galatasaray skibbeli galatasaray şenol güneşli trabzonspordur.reaktif futbol bence 2. bölge oyunudur.küçük takımların oynadığı ise tipik yılların kontratak futbolu. başka bir durum.1. bölge oyunu.

    günümüz futbolunda 2. bölge en belirleyici alandır.

    YanıtlaSil
  3. galatasaray'ın temel problemini analiz eden güzel bir yazı.galatasaray'ın sorunu kadro yetersizliği falan değil,nasıl oynayacağına karar verememesi.galatasaray şu an bir geçiş döneminde.fatih terim de bu sıkıntıyı yaşıyor.Şahsi görüşüm, şu an en geçerli sistem FCB'nin ve İspanaya Milli Takımı'nın oynadığı hızlı pasa dayalı oyun.dünya futbolu da bu yönde evrim geçirdiği için takımlar da kendi oyun sistemlerini bu oyunla sentezlemek istiyorlar.bu oyun GS ve Türk futbolunda pek yeri olmayan bir oyun türü.Terim'in 2000 yılında bıraktığı takım klasik 4-4-2 ile oynayan ve havadan ortalarla pivot santroforu(h.şükür) besleyen bir takımdı.ancak bu zamanda sol ve sağ açıklar ,3'lü forvetin kanatlarında içeriye kat ederek oynayan oyuncular konumuda daha çok.hamit'in de formsuz gibi algılanması da bu yüzden.klasik sağ açık için ideal ama hızlı ve içeriye kat edebilen bir oyuncu değil.aynı sorun solda oynayan e.çolak için de geçerli.GS süper lig'de rahat bir şekilde şampiyon olabilecek kapasiteye sahip fakat CL'de başarılı olabilmesi için sancılı geçiş dönemini atlatabilmesi ve bunun için de güven veren bir teknik adama ihtiyacı var.f.terim azimli karakteriyle yeni bir ekol yaratacaktır GS ve Türk futbolu tarihinde...

    YanıtlaSil
  4. hocam yazına bazı itirazlarda bulunacağım.genel olarak yorumlarına katılıyorum.

    real madrid geçiş futbolu oynamıyor.defansa çekilip buradan çıkmıyor.barcaya karşı oynanan oyun farklı tabi interin başındaki mourinho barca-inter eşleşmelerinde.bu özel bir durum.genele bakarsak 2. bölge oyunudur modern futbol.zirve örnekleri almanya milli takımı real madrid bayern münih b.dortmund gibi takımlar.ingilreterede de çelsi manu m.city söyleyebiliriz.ama bunlar içinde bu oyunu en iyi uygulayan almanya milli takımı real madrid ve bayern münih.yunanistan geçiş futbolu oynamıştır zamanında.sivassporda böyle.buna kontratak futbolu diyoruz zaten.gücü ve yetenekleri kısıtlı olanlar set hücumunu yapacak yetenekte oyuncusu az olanlar haliyle bunu uyguluyorlar.

    barca ile alman milli takımını real madridi ayıran durum barca hem 2. bölge oyunu hem de 3. bölge oyunu oynayabiliyor.ve bunu çok iyi yapıyor.genelde de 3. bölge oyunu oynar set hücumlarında barca.real madrid bayern münih gibi takımlar ise 2. bölge oyunu oynarlar.3. bölgeye yerleşmeden ama hızlıca 2. bölgeyi geçip sızmalar yaparlar 2. bölgede paslaşırken.en son real madrid barca maçında ronaldonun attığı 2. gol buna örnektir.2. bölgeden 3. bölgeye özilin harikası dikine pası sonucu gelen bir gol.

    ayrıca pas futbolundan kasıt barca ise bunu dünyada kimse uygulamıyor.uygulanmaya çalışılan diğer takımların yapmak istediği barcanın değil real madridin oynadığı sistemdir.real madrid de paslaşıyor tabi.ama barca 800 pas yapıyorsa real madrid 400 yapıyordur.vede atılan gollere baktığımızda 2. bölgeden dikine atılan pasları görüyoruzdur.

    2. bölge oyununda bu sezon oynanan bjk-gs maçının ilk yarısı mükemmel örnektir galatasaray adına.oyunun yönünün uzun paslarla değişmesi ,dikine paslarla 3. bölgeye hızlı girişler.bu kontratak değildi.modern futbolun ta kendisi.

    YanıtlaSil
  5. türkiyedeki zeminlerin olumsuz olması hem oynanan futbolu etkiliyor hem de skorları.bütün o teknik taktik yorumların sağlıklı olabilmesi içinde çok iyi zeminlerin olması gerekiyor.türkiyedeki zeminler organize futbol oynamak isteyen takımları olumsuz yönden çok etkiliyor.

    YanıtlaSil
  6. ben değil Galatasaray'ın hiçbir takımın Barcelona'nın oynadığı pas futbolunu oynayabileceğine inanmıyorum. Barcelona bile ancak Xavi, İniesta gibi olağanüstü orta saha oyuncularının yetişmesi sayesinde şu seviyeye yükseldi.
    Geçiş futbolu ise sistemsel olarak belki 2-3 sezonda kurulsa bile; eğer hedef olarak major takımları alt edip ŞL'yi kazanmak gibi bir amaç varsa bence bu yolun sonu da çıkmaz. Zira geçiş futbolunu bugün en iyi oynayan Real Madrid, M.City, Chelsea, Atletco gibi dünmya futbolundaki en klas oyuncuları ellerinde bulunduran takımlar oynuyor. Bu takımları kendi oynadıkları sistemle yenmek için en az onlar kadar kaliteli oyuncular bulmanı lazım ki bu bütçelerle bu da imkansız.
    Ben bu iki oyun sistemin dışında farklı bir şey bulunmasına inanıyorum. Aslında Fatih Hoca'nın belki de kendiliğinden oluşturduğu 2000 yılındaki oynanan oyunun üstüne gidip daha da mükemmelleştirilebilir. Kısaca rakip yarı sahada ya da 3. bölgede yapılan yoğun ve alan daraltan prese dayalı kaos futbolu. Savunmanın tabiki orta sahaya kadar gelip oyunu sıkıştırdığı, ortada mutlaka çok koşan, basan, alan daraltan, top çalma kabiliyetine sahip, zeki oyunculardan kurulu bir 3'lü ve ileride birbirini tamamlayan teknik aynı zamanda yine baskıcı ve presçi bir 3'lü. Bu oyunun üzerine gidip, belki zaman içinde bunun en uygun elemanlarının bulunması hususunda ilerleme kaydedilirse sanki özgün bir şey çıkar gibi geliyor. MEsela şu an ki mevcut kadro içinde bence;

    ortada yekta, melo, selçuk; önde elmander, umut, amrabat veya burak'La birlikte 6 tane koşan hareketli, yer değiştiren, top rakipteyken basan ve rahatsız eden bir kurgu olabilir. Aynı okan-suat-emre-hagi-arif-hakan gibi. Tabi 2000 yılındaki 6'li daha ağır basıyor.Zaman içinde Burak'tan daha klas bir golcü eklenebilir. Veya hagi gibi yaratıcı günümüz futboluna uygun bir forvet bulunabilir. Ya da Yekta'dan o zamanki Okan'a bir evrim neden olmasın? Geçen sezon izlediğimiz Melo böyle bir takımın orta sahasında hem defansif hem ofansif iş yapabilir. Selçuk da iki yönlü oyunu ve zekası ile geleceğe yönelik üstüne yatırım yapılacak bir oyuncu gibi. Üstelik bu sayılan oyuncuların tamamı 30 yaşın altında, olgun ve kaliteli, güçlü oyuncular.
    Sol beke eboue ayarında gidip gelen bir oyuncu ve defansa yapılacak ömer toprak/serdar taşçı takviyesi ile Galatasaray 2-3 sezon sonra Avrupa'da devamlı çeyrek final yarı final kovalayan bir takım olabilir.

    YanıtlaSil
  7. kaos futbolunun CL de iş yapmadığını geçmişte gördük.terimli gs o dönemde gruplardan hiç çıkamadı.luceli galatasaray ise üstüste 2 CL sezonunda gruplardan çıkmıştır.
    geçiş futbolunda porto başarılı olmuştur.luceli galatasarayda başarılıdır.hatta skibbeli galatasarayda güzel uygulamalar yapmıştır.özlüyorum skibbeli galatasarayın avrupa maçlarını.süper ligde de güzel organize ataklar yapıyorduk skibbeli galatasarayın.ama son vuruşlarda başarısızdık.

    geçiş futbolunda diğer takımlarda başarılı olabilir.yeterki teknik adamın buna uygun olsun.

    YanıtlaSil
  8. Melih Ağabey, konu ile alakasız ancak, benim de bir blogum var, blog listene eklersen bana küçük bir yardım etmiş olursun, çok sevinirim :) Teşekkürler...

    http://kaledenkaleye.blogspot.com

    YanıtlaSil